
23 Nisan 2025 Depremi: Gerçekle Yüzleşme
23 Nisan 2025 tarihinde İstanbul’da hissedilen 6,2 büyüklüğündeki deprem, şehirde yaşayan milyonlarca insan için bir uyarı niteliği taşıdı. Herkesin aklında aynı soru vardı: Bu sadece bir başlangıç mıydı? Bilim insanlarına göre, Marmara Denizi merkezli büyük bir depremin gerçekleşme ihtimali %80’in üzerinde ve her geçen gün bu olasılık biraz daha yaklaşıyor. İstanbul gibi hem nüfus hem de ekonomik yük açısından Türkiye’nin kalbinde yer alan bir şehir için bu riskin göz ardı edilmesi artık kabul edilemez.
Bu yaşanan sarsıntı, yalnızca fiziksel binaların dayanıklılığıyla ilgili bir mesele değil. Aynı zamanda iş dünyasının sürekliliği, insan kaynakları politikaları, uzaktan çalışma uygulamaları ve kurumsal risk yönetimi açısından da derin sonuçlar doğurabilecek bir uyarıdır.
Riskin Kalbi: İstanbul
İstanbul’da özellikle Kadıköy, Avcılar, Büyükçekmece, Bağcılar, Sefaköy gibi semtler, yapı stokunun yaşlılığı ve zeminin zayıflığı nedeniyle en riskli bölgeler arasında gösteriliyor. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi tarafından hazırlanan senaryo analizlerine göre, 7,5 büyüklüğünde bir depremde yaklaşık 194 bin bina orta ve üzeri hasar görecek. Bu yapıların yaklaşık 48 bini ağır ve çok ağır hasar alacak. Can kaybı tahminleri ise 14.000’in üzerinde.
Bu senaryolar sadece mühendislik hesapları değil; şirketler için acil durum planları, yer değiştirme stratejileri ve çalışan güvenliği protokollerini yeniden değerlendirme çağrısıdır. Bir felaket sonrası iş sürekliliğini sağlayamayan her kurum, sadece operasyonel değil aynı zamanda itibar açısından da büyük kayıplar yaşayacaktır.
Uzaktan Çalışma: Yeni Normalin Stratejik Boyutu
Şirketlerin çoğu, pandemi sonrası hibrit modeli benimsemiş olsa da, tamamen uzaktan çalışmayı sürdürülebilir bir seçenek olarak değerlendirmekte hâlâ çekimser. Çalışanların farklı şehirlerde veya kırsal alanlarda yaşamalarına imkân tanıyacak bu esnek yapı, ne yazık ki hâlâ birçok şirket tarafından ‘kontrol kaybı’ olarak görülüyor. Bu nedenle tam zamanlı uzaktan çalışma, çoğu kurum için bir geçici çözüm olmaktan öteye geçemedi.
COVID-19 pandemisi, iş dünyasının birçok ezberini bozdu. Uzaktan çalışma, kısa sürede lüks bir uygulamadan, temel bir operasyonel zorunluluğa dönüştü. Ancak 2023’ten itibaren, özellikle büyük teknoloji şirketleri ofise dönüş politikalarını yeniden devreye almaya başladı. Amazon, Apple, Google gibi global devler, çalışanlarını haftada en az birkaç gün ofise çağırmaya başladı.
Türkiye’de de benzer bir eğilim var. Robert Half’ın yaptığı araştırmaya göre, iş ilanlarının %61’i tamamen ofis temelli olmaya devam ediyor. Bu yaklaşım, deprem gibi büyük risklerin bulunduğu şehirlerde yaşayan çalışanlar için ciddi bir sorun teşkil ediyor. Oysa Youthall’un 2024 verileri, hibrit çalışmanın verimliliği artırdığını (%88), esnek saatlerin iş-yaşam dengesine katkı sağladığını (%75,2) ve ulaşım stresini azalttığını (%64,8) gösteriyor.
Çalışanlar İçin Yeni Gerçeklik: Taşınma İhtiyacı
Yükselen kira fiyatları, artan yaşam maliyeti ve olası bir deprem korkusu; çalışanlar için İstanbul’u terk etme motivasyonlarını artırıyor. Moodivation ve Kolay İK’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği 2023 Çalışan Deneyimi Araştırması, çalışanların memnuniyet oranlarının düşüşte olduğunu ve E-NPS skorunun -10 seviyesinde kaldığını ortaya koyuyor.
Uzaktan çalışanların %67’si iş-yaşam dengesi kurabildiklerini belirtirken, bu oran hibrit çalışanlarda %57, ofis çalışanlarında %51’e kadar geriliyor. Bu farklar yalnızca yaşam kalitesiyle değil, aynı zamanda iş yerindeki bağlılık ve üretkenlikle de doğrudan ilişkili.
Lokasyon Değişikliği: Alternatif Şehirler, Yeni Fırsatlar
İstanbul’un göç vermeye başlamasıyla birlikte, birçok çalışan ve şirket alternatif şehirleri değerlendirmeye başladı. TÜİK verilerine göre, İstanbul 2023 yılında 581.330 kişiyle en çok göç veren şehir oldu. Göç alan şehirler arasında Kocaeli, Ankara, Tekirdağ, İzmir ve Bursa öne çıkıyor. Bu şehirler, hem lojistik hem yaşam kalitesi açısından güçlü alternatifler sunuyor.
Şirketler için Ankara, güçlü kamu altyapısı ve nitelikli iş gücü; Eskişehir, genç ve dinamik nüfusu; Konya ve Kayseri ise sanayi ve lojistik avantajlarıyla öne çıkıyor. Mersin, Samsun ve Trabzon gibi şehirler de liman kentleri olmaları sayesinde bölgesel iş fırsatları sunuyor.
Sadece Stratejik Değil, Etik Bir Zorunluluk
Bir şirketin çalışanlarını fiziksel ve duygusal olarak güvende hissettirmesi, sadece verimlilikle açıklanamaz. Bu, aynı zamanda etik bir yükümlülüktür. İstanbul’da olası bir depremin ardından oluşabilecek ulaşım ve iletişim kesintileri, afet müdahale sürelerini uzatabilir. Bu da çalışanlar için hayati riskler doğurur.
Şirketler artık sadece bina güçlendirme veya sigorta planlarıyla yetinemez. Lokasyon stratejilerini değiştirmek, yeni ofis alanları oluşturmak, hibrit modelleri kalıcı hale getirmek zorundalar. Üstelik bu sadece bugünü kurtarmak değil, uzun vadede işveren markası oluşturmak açısından da kritik bir adımdır.
İnsan Kaynakları Açısından Deprem: Christchurch Vakası
Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde yaşanan depremler, insan kaynakları yönetimi açısından çarpıcı dersler içeriyor. Deprem sonrası yetenekli çalışanların şehirden ayrılması, kalanların moral kaybı, artan maaş maliyetleri ve azalan iş gücü verimliliği; şirketleri ciddi şekilde zorladı.
İstanbul’da benzer bir felaket yaşanması durumunda, bu sorunların katlanarak ortaya çıkması kaçınılmaz. Bu nedenle afet senaryolarına karşı çevik, yaratıcı ve gerçekçi çözümler üretmek şart. Şirketler, çalışanlarına afet anında destek olacak psikolojik danışmanlık, geçici barınma, uzaktan çalışma donanımı gibi olanaklar sunarak bu süreci daha az yıpratıcı hale getirebilir.

Şirketler Neler Yapıyor, Ne Yapmalı?
Gerçekte ise bugüne kadar atılan adımlar oldukça sınırlı. Birkaç istisna dışında, şirketlerin büyük kısmı hâlâ İstanbul gibi yüksek riskli bir bölgede faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor. Çoğu kurum hibrit çalışmayı sınırlandırırken, tamamen uzaktan çalışma seçeneğini gündemine bile almıyor. Deprem riskine karşı tatmin edici bir afet planı oluşturan, çalışanlarını bu konuda bilinçlendiren ya da alternatif lokasyonlara taşınma hazırlığı yapan şirket sayısı yok denecek kadar az.
Bu tablo, özel sektörün deprem gerçeğini hâlâ yeterince ciddiye almadığını gösteriyor. Oysa bu ihmalkarlık yalnızca operasyonel bir risk değil; aynı zamanda insan hayatını doğrudan etkileyen, etik sorumluluk içeren bir durum.
Şirketlerin yapması gerekenler çok açık:
- Riskli bölgelerdeki ofisleri yeniden konumlandırmak
- Uzaktan ve hibrit çalışma modellerini uzun vadeli hale getirmek
- Çalışan güvenliği için kapsamlı destek planları oluşturmak
- Afet durumlarına özel eğitim ve simülasyon süreçleri geliştirmek
- Kurumsal sosyal sorumluluğu yalnızca kâğıt üzerinde değil, sahada uygulamak
Sonuç
Artık Mazeret Yok
İstanbul’dan taşınmak, korkuya dayalı bir panik refleksi değil; bilinçli, veriye dayalı bir stratejik karardır. Şirketlerin, teknolojinin sunduğu olanaklarla birlikte coğrafi bağımsızlığı benimsemeleri artık bir tercih değil, zorunluluk halini almıştır.
Uzaktan çalışma modellerini kalıcılaştırmak, alternatif şehirlerde ofis kurmak, çalışanlara fiziksel ve duygusal güvenlik sağlamak—tüm bunlar bir lütuf değil, yeni çağın iş dünyasında sürdürülebilirliğin gereğidir.
Beklenen büyük İstanbul depremi gerçekleştiğinde, bu önlemleri almamış her kurum, sadece operasyonel olarak değil, vicdani ve hukuki olarak da sorgulanacaktır.
Artık mesele sadece deprem değil; şirketlerin bu gerçekle ne yaptığıdır. Her gecikme, sorumluluktan kaçınmaktır. Artık mazeret yok.